5 Mayıs 2008 Pazartesi

MANZARA RESİMLERİ

























































27 Nisan 2008 Pazar


AKSARAY




BÖLGE GİYSİ VE GELENEKLERİ:
a)Çocuk Kıyafetleri: Erkek çocuklarınsaçları birkaç yaşından sonra bir iki numara makine ile traş edilir. Bazen alnında kakül denilen biraz saç bırakılır.
Kız çocuklarının saçları hiç kesilmez. Arkada kırk belik denilen ince belikler halinde örülür. Bu örgülerin arası birbirine bağlanarak çatı yapılır. Çatılara da mavi boncuk takılır. Üzerlerine içte, beyaz kaputtan dikilmiş uzunca bir gömlek giyerler. Gömleğin üzerine elde dikilmiş önü kırmalı, düğmeli, düz yakalı, kolları bilezikli işlik, yaz-kış giyilir. Bunun altından don üzerinden Dotdiri denilen şalvar giyilir.

b) Kadın Kıyafetleri: Saçlar yine kırk belik denilen ince belikler halinde veya kalın iki belik halindedir. Aralarına yine boncuklarla çatı yapılır. Başta fes vardır. Fesin üzerine, birbirinin altına geçecek biçimde (Kayma) denilen penesler dikilir. Fesin etrafına klepler çekilir. Fesin etrafına çekilen bu klepin üzerine de küçük altınlar takılır. Fesin üzerine de çit denilen yazma örtülür. Giysi olarak alta kaputtan yapılmış uzunca bir gömlek giyilir. İşliğin üzerinden bağrı açık, kollu kessik giyilir. Şayet kessik giyilmezse bunun yerine üç etek giyilir.

Ayrıca bele dokuma şal kuşanılır. Şalın üzerine önde, kenarı kontrast renkler ile işlemeli koyu mavi yada kırmızı renkli dizlikler takılır. Ayaklarda nakışlı el örgüsü yün çoraplar ve lastik ayakkabılar vardır.

c) Erkek Kıyafetleri: Başlarında kasket, beyaz gömlek, bunun üzerine iki tarafı kırmalı, göğsü yarı yere kadar kapalı, yakasız işlik giyerler. Üzerinde de delme denilen yelek vardır. Altına dokuma şalvar veya kıravel giyilir. Ayaklara ise yünden örülen çorap ve kundura giyilir. Bayram günleri hariç kadın ve erkekler senenin her mevsiminde aynı elbiseleri giyerler. Yeni veya değişik elbiseler genellikle bayramlarda ve harman sonu yaptırılır.

26 Nisan 2008 Cumartesi


DÜNYANIN YEDİ HARİKASI
Dünyanın Yedi Harikası, tamamı insanoğlu tarafından inşa edilmiş, olağanüstü antik yapı ve yapıtlardır. Ayrıca Antik Dönemin Yedi Harikası adıyla da anılırlar. İlk olarak M.Ö. 5. yüzyılda tarihçi Heredot tarafından ortaya atılan bir kavramdır. M.Ö. 4. yüzyılda Sidon'lu Antipatros tarafından ilk olarak "Dünya'nın yedi harikası üzerine" (Περὶ τῶν Ἑπτὰ Θεαμάτων) adlı eserle oluşturulmuştur. Günümüzde geçerli kabul ettiğimiz 7 harika listesi, M.Ö. 2. yüzyılda son şeklini almıştır.
Günümüzde, Dünyanın Yedi Harikası'ndan sadece
Keops Piramidi ayaktadır. Diğerleri yangın ya da deprem gibi nedenlerle yokolmuşlardır.

KEOPS PİRAMİDİ
Giza Piramitleri'nin üçü birden dünyanın yedi harikası listesine dahil değildir. Piramitlerden sadece Keops Piramidi bu listeye girmiştir. Keops Piramidi, 4. Hanedanlık zamanında M.Ö. 2560 yılında Firavun Khufu (Keops) tarafından yaptırıldı. Yapımının 20 yılı aştığı sanılmaktadır. Piramit yapıldığında 145,75 m. yüksekliğindeydi. Yapıldığından itibaren 43 yüzyıl boyunca dünyadaki en yüksek yapı olarak kayıtlara geçmiştir. Keops Piramidi ilk inşa edilen olmasına rağmen dünyanın yedi harikası arasında günümüzde ayakta duran tek yapıdır. Bu yüzden dünyanın 7 harikasından biridir.


BABİL'İN ASMA BAHÇELERİ
Milattan önce 7. yüzyılda Babil kralı Nebukadnezar tarafından yaptırılmıştır. Babil'in çorak Mezopotamya çölünün ortasında, ağaçlar, akan sular ve egzotik bitkilerin bulunduğu çok katlı bir bahçedir. Coğrafyacı Strabo'nun 1. yüzyıldaki tanımına göre:
"Bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için
Fırat Nehri'nden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu"
Söylentiye göre Nebukadnezar bu yapıyı sıla hasreti çeken karısı
Semiramis için yaptırmıştır. Semiramis Medes kralının kızıdır. Söylentiye göre Mezopotamyanın düz ve sıcak ortamı onu bunalıma itmiş, kral da karısının hasretini sona erdirmek için yapay dağların olduğu, suların aktığı yemyeşil bir bahçe yaptırmıştır. Bu yüzden bazen Semiramis'in asma bahçeleri olarak da anılır.
Babil'in asma bahçelerinin günümüze gelen kesin izleri yoktur. Fakat, bölgede araştırma yapan arkeologlar, Babil'deki sarayın kuzeydoğusunda görünüşü garip olan temel ve tonozlar buldular. Bunların Babil'in Asma Bahçelerine ait olduğu düşünülmektedir. Babil'in Asma Bahçeleri, klasik yazarlar tarafından ayrıntılı bir şekilde tanımlanmıştır. Günümüzde bu tanımlara göre çizilen resimler bulunmaktadır. Küçükken sandığımız gibi bu efsanevi bahçeler bir yerlere asılı fidan değildir, sadece sütunlarla desteklenen taraçalar üzerinde kurulmuştur.




ZEUS HEYKELİ
Zeus Heykeli M.Ö. 450 yıllarında, adına olimpiyat oyunları düzenlenen Tanrıların kralı Zeus için, Olimpiyatlar'a ismini veren Olimpia'da yapılmıştır. Zeus Heykeli, bir tahta iskelet üzerine altın, fildişi ve metal parçalar yerleştirilerek Partenon'un içinde yapılmıştır. Heykelin oturduğu taban 6,5 m. genişliğinde ve 1 m. yüksekliğinde, heykelin kendisi ise 13 m. yüksekliğindeydi. Olimpiyat oyunları 391 yılında Theodosius I tarafından putperestlik olarak değerlendirilip sona erdirilince, Zeus Tapınağı da kapatıldı. Heykel, zengin Yunanlılar tarafından Constantinople’ye taşınmıştı ve 462 yılındaki büyük yangında yok olana dek orada kaldı. Bugün temelleri , birkaç yıkılmış kolonve enkaz tüm kalıntılarıdır.


ARTEMİS TAPINAĞI
Artemis Tapınağı'nın temelleri milattan önce 7. yüzyıla kadar gitmektedir. Tanrıça Artemis'e ithafen yapılmıştır. Tamamiyle mermerden oluşuyordu. Lidya kralı Croesus tarafından yaptırılan yapı, Yunan mimar Chersiphron tarafından tasarlanmıştı ve dönemin en büyük heykeltıraşları Pheidias, Polycleitus, Kresilas ve Phradmon tarafından yapılmış olan bronz heykellerle süslenmişti. Tapınak hem bir pazaryeri, hem de bir dini müessese olarak kullanılıyordu. Artemis Tapınağı M.Ö. 21 Temmuz 356'da adını ölümsüzleştirmek isteyen Herostratus adlı bir Yunanlı tarafından yakıldı. Aynı gece Büyük İskender doğmuştur. Büyük İskender Anadolu’yu fethettiğinde Artemis Tapınağı’nın yeniden yapılması için yardım teklif etmiş fakat reddedilmiştir.

RODOS HEYKELİ
32 metre yüksekliğinde, demir ve taşla desteklenmiş bronzdan yapılmış bir heykeldir. Rodoslular tarafından Güneş Tanrısı [Helios]'a ithafen yapılmıştır. Yapılışından yok oluşuna kadar yalnızca 56 yıl geçmesine rağmen, Rodos Heykeli dünyanın yedi harikasından biri olmayı başarmıştır. Bunun en büyük sebebi, devasa bir heykel olmasının yanısıra Rodos adasındaki insanlar için beraberliğin simgesi olması idi. Rodos Heykeli’nin yapılması tam 12 yıl sürmüş ve heykel M.Ö. 282 yılında bitirilmiştir. Liman girişinde bulunan heykel M.Ö.226 yılında bir deprem sonucunda en zayıf noktası olan dizinden kırıldı. Rodoslular, Firavun Ptolemy III Eurgetes’den restorasyon için yardım teklifi aldılarsa da, bir kâhine başvuruldu ve yardım reddedildi. Neredeyse 900 yıl boyunca heykel harabe halinde kaldı. 654 yılında Araplar Rodos’u feth ettiler. Heykelden kalanları Suriyeli bir Yahudi’ye sattılar. Söylentiye göre bütün parçaları Suriye’ye 900 devenin sırtında taşınmıştır.


İSKENDERİYE FENERİ
Tehlikeli kıyı şeridi boyunca gemicileri yönlendirmek amacı ile Mısır'ın İskenderiye kenti kıyısındaki Faros (Pharos) adasında yapılmıştır.Proje Büyük İskender'in komutanları Ptolemy Soter zamanında M.Ö 290 yılları sonunda başlamış, ölümünden sonra oğlunun hükümdarlığı zamanında bitirilmiştir. Şehrin batı limanında bulunan fener yaklaşık 166 m. yüksekliğindedir. Sadece harikaların değil bugüne kadar yapılmış fenerlerin de en yükseğidir. Gemicilik için güvenli bir ortam sağlamak isteyen Yunanlı tüccar Sostratus tarafından finanse edilmiştir. Fener’in en gizemli yanı, gündüzleri bile güneş ışığını denize yansıtmak amacı ile tasarlanmış cilalı bronz aynalarıydı. Geceleri ise aynaların önünde ateşler yakılıyor, böylece aynanın yansıttığı ışık gece yaklaşık 50 km. mesafeden görülebiliyordu. Yapı bir dizi depreme kadar bozulmadan kaldı. Fakat depremler ve doğal şartlar sonunda çöktü. Üst kısmı 955 yılında bir deprem ve fırtınada kopan fenerin gövde kısmı da 1302'de başka bir depremde çöktü. En sonunda 1480 yılında Memlük Sultanı Kait-bay tarafından fenerin olduğu yere yapılan bir kalede malzemeleri kullanılmak üzere tamamen yıkıldı.



HALİKARNAS MOZOLESİ
Halikarnas Mozolesi, Kral Mausollos için karısı ve kız kardeşi tarafından yaptırılmış bir mezar. Bodrum civarında yapılmış ve yapımı M.Ö. 350 yılında tamamlanmış. Tabanın üstünde kenarları heykellerle süslenmiş basamaklı bir podyum bulunuyordu. Süslü su mermerinden yapılmış lahit ve mezar odası, podyumun üstünde bulunuyordu ve İyonya tarzı kolonlarla çevrilmişti. Sıra sütunlar, yine heykellerle süslenmiş bir piramit çatıyı destekliyordu. Dört tane savaş arabasıyla çekilen bir savaş arabası heykeli ise piramidin tavanını donatıyordu. Halikarnas Mozolesi'nin toplam yüksekliği 45 m. idi ve 4 tarafındaki 4 heykelin her birini ayrı bir heykeltıraş yapmıştı. Bu heykeller, tanrıların değil de insanlar ve hayvanların heykelleri olmasından dolayı tarihte özel birer yer tutarlar. 16 yüzyıl boyunca Halikarnas Mozolesi iyi bir durumda korundu. 15.yy da Haçlı Seferleri sırasında St.John şövalyeleri bölgeye geldiler ve bugün Bodrum Kalesi olarak geçen büyük bir kale yaptılar. Bu kalenin yapımında Halikarnas Mozolesi'nin nerdeyse bütün taşları kullanıldı.


KAPALI ÇARŞI RESİMLERİ


MARTILAR DENİZDE NE ARARLAR??????


Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış. Tabi her masalda olduğu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış. Kralın emri ile her gün prenses dolaşmak için saray muhafızları ile birlikte sarayın dışına çıktığında ona bakmak yasakmış. Halk onun dolaşmaya çıktığı ilan edildiğinde eğilir ve gözlerini kapatır, ya da evlerine kaçışırmış.Onu görmenin bedeli ölümle cezalandırılırmış. Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında... Fakir bir köylü delikanlı iradesini yenememiş ve yavaşça başını kaldırıp prensese bakmış ve başını kaldıran fakir delikanlı ile prenses o anda göz göze gelmişler...Tabii ki... Tahmin edeceğiniz gibi fakir delikanlı pensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş. Prensesin de o derin bakışlarının boş olmadığını düşünen fakir delikanlı günlerce uyuyamamış ve ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş.
Bu arada fakir delikanlıya da tutulan güzel prenses onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış. Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler. Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış.Kralın karşısına götürülen delikanlı nasıl olsa ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duyduğu aşkını anlatmış. Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak fakir delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş. Hemen bir gemi hazırlattıran kral gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yanlız yaşamaya mahkum etmiş...
Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan fakir delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Artık bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkından haberdarmış. Sonunda martılar bile fakir delikanlıyı anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar...Ve zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar aracılığı ile aşkları iyice büyümüş; ta ki... Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine dek.Tabii korkulduğu gibi olmamış...Ağlayarak kızına sarılan kral, hayvanların bile bu aşkı anlarken kendisinin anlayamadığı için kendisinden utandığını söyleyerek prensese hemen bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip kendisi ile evlendireceğini söylemiş. Buna çok mutlu olan prenses hemen fakir delikanlıya bir mektup yazmış ve olanları anlatmış.Tabii bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da her şeyi anlatarak bütün martıları düğünlerine çağırmış. Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış.Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubun düştüğünü farketmiş. Ve mektubu tüm martılar hep birlikte aramaya başlamışlar...Fakat bir türlü bulamamışlar.
Bu arada prensesten mektup alamayan fakir delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu arıyorlarmış... Prensesin kendisini unuttuğunu yahut istemediğini sanan fakir delikanlı martıların onun için gelmediğini düşünerek, fenerden kendisini kayaların üzerine atarak intihar etmiş.Ve maalesef kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar...İşte o gün bugündür, her şeyi düzeltmek için denizler üzerinde uçan martılar o mektubu ararlar. O mektubu bularak o inanılmaz sevgiyi ve her şeyi geri getiriceklerini sanırlar ve bu yüzden de hep denizler üzerinde uçarlar..

HURMA AĞACI




Hurma
Mucizevî Meyve Hurma

Hurma sıcak iklimlerde yetişen bir meyvedir. Sekiz bin seneden beri varlığı söylenen hurmanınyetişmesi için iki unsur çok önemlidir. Biri su diğeri ise sıcaklıktır. Yani güneş. Bu ikisinden biri yeterli derecede olmazsa hurma yetişmez. Bundan dolayı hurmanın meyve vermesi sadedinde şöyle bir söz söylenir. “kökü sudan, tepesi güneşten ayrılmaması gerekir.” Bunu şu şekilde de ifade etmişlerdir. “Hurmanın ayağı cennette başı ise cehennemde olmalıdır.” Bu gerçekten doğrudur. Suyu bol yerde ekilen hurma ağaçları her ne kadar büyüyüp boy atsa da meyve verme sürecinde yeterli güneşi bulamadığından meyvesi olmuyor. Olan meyvelerde güdük kalıyor. Aynı şekilde güneş varsa su yoksa yine bu mümkün olmuyor. Hurma ağacının gövdesi geniş, silindirimsi ve uzundur. Bu iri yapı sıcak bir ortamda hayatını devam ettirebilmek için devamlı su istemektedir.
Hurma meyve olarak çok yararlı bir gıdadır. Onda insan bünyesi için gerekli her şey vardır. Yağ, protein, vitamin, mineraller vs. sizin bir çok şeyi yeyip alabileceğiniz bu ihtiyaçları hurma tek başına karşılar. Bundan dolayı bir insan yalnızca hurma yiyerek yaşamını devam ettirebilir. Ama başka bir şeyle bu mümkün olmaz. Vücutta halel (dengesizlikler) meydana gelir. Efendimiz s.a.v. zamanında insanlar bazen uzun zaman yiyecek bir şey bulamazlardı. Sadece hurma yerlerdi. Su içerlerdi. Ama hasta olmazlardı. Sahabi Hz. Aişe validemize soruyor. Efendimiz zamanında evinizde ne yer içerdiniz. O da tarihin ayağa kalkıp dinleyeceği şu sözü söylüyor. “. Evimizde bazen iki üç ay geçerdi de ateş yanmazdı. Peki ne yerdiniz? “Esvedân” Yani hurma ve su…işte canlı örneği kainatın efendisinin hanesi; hurma yemekle aylarca hayatını devam ettiriyorlar. Efendimiz bir defasında hurmanın doyuruculuk ve kifayet ediciliğini açıklamak için Hz. Âişeye “Yâ Âişe evinde hurma olmayanlar açtırlar”. Buyurmuştur. Bu sözü iki veya üç defa tekrarlamıştır.
Kadimden bu yana Araplar için hurma önem arz eden bir meyvedir. Şairler şiirlerine konu etmişler, kendilerine ilham kaynağı saymışlar,onu en güzel şekilde vasfetmek için yarışmışlardır. Hakkında şarkılar söylenmiş ve darb-ı meseller vurulmuştur.
Bu günün Arapları da hurmayı, yaşamlarındaki onlar için önemine binaen gerçek yerine koymaya ihtimam gösterirler. Ondan dolayı her yılın 15 Eylül günü hurma günü dür. Senede bir günün hurma günü olması Araplar için çok görülmemelidir. Eski zaman dan beri hurmanın Arapların hayatında önemi çok büyüktü. Hemen hemen hayatın her noktasına girmiş durumdaydı. Açlığı gidermenin, tedavinin, hediyeleşmenin, misafire ikramın tek adresi hurma idi. Bu gün Arap Devletleri Birliği ortak bir kararla bu günü şenlik günü ilan ederler. Bu günde hurma ile ilgili açık oturumlar, brifingler, ziraatının yalgınlaştırılması ile ilgili teşvikler, ziraatındaki incelikleri anlatma, stoklama ve dikkat edilmesi gereken hususları belirtme ve hurmadan modern bir şekilde en fazla istifade etme yollarının araştırılması gibi konularla ilgili faaliyetler yapılır.
Hurma ağacı çok nazlı bir ağaçtır. Bakımı da öyle kolay bir şey değildir. Çok ihtimam ister aynı zi ruhlar gibi hassastır, duygusaldır. Bir çocuk bakımı gibi dikkat etmek gerektir. Aşağıda bu konuya değineceğiz.
Nakhle
Yandaki resme tıklayarak büyüğünü görebilirsiniz.
Hurma ağacının ismi Arapça nakhle dir.( Hı harfi ile) Allâme
Nimetullah Cezâiri “Envarun Numâniye” adlı kitabında şunu zikreder.
“Allah (cc.) Meleklere Ademi yaratacağı zaman Ademin toprağını bir eleğe koymalarını emretti. Koydular ve elediler. Saf ve ince olanından Adem yaratıldı. Elekte geriye kalan kısımdan da hurma yaratıldı.” Nakhle elekte kalan veya elenen anlamında dır. Ademin toprağının geriye kalanı anlamında hurma ağacına nakhle denmiştir.
Hurma ağacı incelendiğinde özellikleri açısından gerçekten de insana çok benzediği görülecektir. Özellikle döllenme konusunda insanı dehşete düşürecek kadar benzerlikler vardır.
Hurma ağacının insana benzemesi konusunda efendimizden bize bildirilen hadisler vardır. Sadece insana değil Müslüman insana benzemesi konusunda şu hadis bildirilir.
İbni Ömer anlatıyor.
“Efendimizin yanında otururken hurma ağacının közü getirildi. Efendimiz şöyle bir soru sordu. “Ağaçlardan bir ağaç aynen Müslüman adama benzer Yaprağı düşmez. Söyler misiniz bana hangi ağaçtır o?
Orada bulunanlar çöl ağaçlarına daldılar benim aklıma hurma olduğu geldi. Söylemeye niyetlendim ama baktım ki ben orada olanların en küçüğüyüm sustum. Efendimiz buyurdular ki “o ağaç hurma dır.”
Hurma ağacının özellikleri
Hurma ağacı şekil olarak palmiye ağacı ile benzerlik arz eder. Aynı neslin farklı bireyleridir. Dalları ona göre daha uzun ve yaprakları daha incedir. Gövdesi kesilmiş dalların kalıntıları ile kaplıdır. Bu dalların araları ise liflerle doldurulmuştur. Lifler ve dallar hakkında daha sonra söz edeceğiz. Hurma ağacı bir çok ağaca nispetle daha kalın ve dik bir gövdeye sahiptir. Hurma ağacı sıcak ve suyu seven bir ağaçtır. Sıcak ve su bir arada olmazsa meyve vermez .çekirdekten yetiştirilebilir ama daha sıhhatli olması için kendi bünyesinden çıkan filizlerden (yavru tabir edilir.) yetiştirilir.
Bu yavrular topraktan değil bizzat ağacın bünyesinden neşet eder. Daha sonra belli bir zaman sonra yani tabir caizse doğum vakti geldiğinde o, adeta bir sezaryen ameliyatı gibi bir ameliyatla alınır ve annenin yakınında bir yere dikilir.
Bu suretle yavrudan alınacak olan meyve hem annenin verdiği meyvenin aynısı olur hem de daha kısa bir sürede alınır. Ayrıca ağaç çekirdekten yetişen ağaçtan daha sağlıklı olur.
Hurma ağacının meyve verebilmesi için insan eliyle döllenme yapılması gerekir. Erkek hurma ağcından alınan erkeklik polenleri dişinin konması gereken noktasına belli miktarda konularak döllenme sağlanır. Hurma ağacının parça ve bölümleri başka ağaçlara hiç benzemez. Bu konuya aşağıda değineceğiz.
DİKKAT!!!!!!!!!!:BU ALAN SADECE FENERBAHÇELİLERE AİTTİR.
















AYRICA RESİMLERİN DEVAMI GELECEKTİR...